Mustafa Özgür Sancar yazdı…
Sabahattin Ali, tam 75 yıl önce (2 Nisan 1948) öldürüldü. Kısa yaşamına karşın ardında pek çok roman, hikâye ve fikir yazısı bıraktı. Kıymeti son yıllara kadar anlaşılamadı. Aslına bakarsanız, ben onun hâlen tam olarak anlaşılamadığı kanaatindeyim. Eserlerinden sadece bir tanesi olan Kürk Mantolu Madonna’nın sanki bir popüler kültür ürünüymüş gibi ele alınması, bu konudaki tespitimin açık kanıtını oluşturuyor.
Kürk Mantolu Madonna neden bu kadar çok okundu? 76 yıl önce yazılan bir eser son birkaç yılda neden bu kadar ilgi görüyor?
Bu soruları kendime sormadan edemiyorum. Birden fazla cevap verilebilir; fakat, öyle tahmin ediyorum ki, herkes için geçerli olabilecek cevap, romanın sizi içine alıyor olmasıdır.
ANLADIKLARIM
Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf’ta feodal ilişkilerin insanı nasıl ezdiğini sarsıcı bir biçimde anlatırken, Kürk Mantolu Madonna’da ortaya çıkmakta olan burjuva yaşam tarzının birincil ya da kişisel ilişkilerimizi yozlaştırdığını ve aslında insanı yalnızlaştırdığını anlatıyor.
Muhteşem bir başlangıç… ustaca kurgulanmış dramatik yapı, abartıya kaçmayan bir final…
Pekii bu kitap, sanki bir popüler kültür ürünüymüş gibi neden bir anda çok okunur hâle geldi? Yapılan yorumlara bakıyorum, birbirine benzer: kolay anlaşılır bir dil, sürükleyici bir metin, aşka ve insanın ince noktalarına dokunuyor olması ve belki de Yeşilçam geleneğinden kaynaklanıyor olsa gerek, sonuç bölümünün trajik bulunması. Ayrıca gerçek bir aşkın nasıl olduğunu anlatıyor olması, ki günümüzün yozlaşmış ilişkilerinde gerçek aşk özlemi içerisinde olanlara çekici gelmiş olabilir.
Bu saydıklarımı yadsıyor ya da yadırgıyor değilim; ne var ki benim Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’da anlattıklarından anladığım bambaşka bir şeyler var.
Mesele sadece Raif efendi ile Maria Puder’in “imkânsız” aşkı değil.
NÂZIM HİKMET ELEŞTİRİSİ
Kitap ilk olarak 1943’te Remzi Kitabevi tarafından yayımlandı. Kitaba yönelik ilk eleştiri o dönem Bursa Cezaevi’nde yatmakta olan Nâzım Hikmet tarafından yapılır:
“Kürk Mantolu Madonna, ben bu kitabı hem sevdim, hem kızdım. Evvela niçin kızdığımı söyleyeyim. Kitabın birinci kısmı bir harikadır. Bu kısmın kendi yolunda inkişafı yani bir küçük burjuva ailesinin içyüzünü tahlili öyle bir haşmetle genişlemek istidadında ki, insan buradan ikinci kısma geçerken, elinde olmayarak, yazık olmuş, bu çok orijinal, çok mükemmel başlangıç ve imkân boşuna harcanmış, keşke bu başlangıç harcanmasaydı, diyor. Ben başlangıcı okurken yani Berlin’e kadar olan pasajı, senin benim anladığım manadaki realizmine hayran oldum. Beni dinlersen o başlangıcı almak ve kahramanın ölümünü kısaca tekrarlamak suretiyle o ailenin efradı ve eşhasının hayatları etrafında bir ikinci cilt, ayrı bir roman yapabilirsin, böylelikle de dinlemeye başladığımız harika musiki birdenbire kesilmiş olmaz. Gelelim ikinci kısmına, o kısım, başlı başına bir büyük hikâye olarak güzeldir ve böyle bir tecrübe gerek senin için gerekse Türk edebiyatı için lazımdı. Sen bu tecrübeyi başarıyla yaptın.”
Nâzım Hikmet, yapıtın başlıbaşına ayrı kitap olabilecek iki konuyu içerdiğini söylüyor.
Birincisi kitabın bütününde geçen olayı anlatan anlatıcının gördükleri ve yaşadıkları. Bizi ikiyüzlü bir dünyanın insan ilişkileriyle başbaşa bırakıyor. Hamdi karakterinde olduğu gibi para ve statüyle değer kazandıklarını düşünen insanların oluşturduğu sahte ilişkiler dünyası.
Henüz ele ayağa gelmemiş, hilkât garibesi bir burjuvalaşma dönemi. Ve bu dönemin bireyden başlayarak topluma doğru genişleyen etkileri… İkinci ise dokunaklı bir aşk hikâyesi…
BİR TEK ANA KARAKTER, TARİHİ VE SOSYAL İZLENİMLER
Başlangıç bölümünde Cumhuriyet’in emekleme dönemindeki siyasal hayata dair de ipuçları buluyoruz. Şehir tasviri dönemin Ankarası’nı anlamak bakımından belirleyici…
Sonra Raif efendinin özel defteri bizi daha geriye, 1. Dünya Savaşı sonrasına götürüyor; ülke ve dünya gerçeği, bir babanın, yetişkinlik evresine doğru ilerleyen oğluyla ilgili yaptığı gelecek planlamasında küçük ipuçlarıyla kendini gösteriyor.
Ve iki dünya savaşı arasındaki Alman sosyal yaşamı; birey ve varoluş sorunu.
Aç gözlü ve bencil geniş aile tipi… Raif efendi evliliğinden önce baba karakterinde somutlaştığı gibi, evlilikten sonra da, bacanaklarıyla aynı evde yaşamak zorunluluğu nedeniyle, bencillik ve sevgisizliğe katlanıyor.
Bana göre kitap bu nedenlerden ötürü bütünlük arzediyor. Anlatıcı, Raif efendinin defterindeki dünyaya girince bir toplumsal realite anlatımını tamamlayıp, sadece aşktan ibaret bir başka hikâyeye geçmiş olmuyor.
İlk planda böyle gözükse bile kitabın bütünlüğü içerisinde bir tek konunun ve aslında anlatanın anlatılan olduğu bir tek ana karakterin varlığını görüyoruz.
SEVGİSİZ DÜNYA, SEVGİ DOLU BİR YAŞAM ÖZLEMİ
Hayat acımasız ve yalnızlaştırıcı; bu ürkütücü realiteye karşı, kendi iç dünyasının duvarlarına sıkı sıkı tutunan Raif efendi kusursuz sevgi ve güzelliği bulduğunu düşündüğü Kürk Mantolu Madonna (Maria Puder) ile doğaya, nehirlere, hayatın renklerine dönebiliyor.
Sevgisiz dünyaya karşı ayağa kalkıyor.
Bu öyle güçlü bir duygu ki, etrafını saran kirli dünyaya karşı onu mücadeleye muktedir kılıyor.
Babasının ölüm haberiyle Maria’yı, tekrar dönmek koşuluyla bırakıp, memleketine dönen genç Raif, mîras yedi eniştelerinin, daha fazlası için tertip ettikleri açgözlü planlarına karşın, tepeliklerdeki zeytinliği ehlileştirerek yeni bir hayat kurmaya çalışıyor.
Yeniden kurmak… yeni, dürüst, sevgi dolu bir yaşam…
VE ADANMIŞLIK…
“Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp, sürüklenebilirim.”
Anıtsal bir cümle; adanmışlık ancak bu kadar güzel anlatılabilir.
Kürk Mantolu Madonna’da yalın ve sade anlatımına mükemmel doğa ve çevre tasvirleri, metafor ve geçişler sığdıran Sabahattin Ali, bir duyguyu olağanüstü biçimde aktarmayı başarmış.
Romanın finali ise, Yeşilçam klişesi göndermelerinin tersine, dokunaklı ve aslında bir tek anakarakterle buluştuğumuzun ipucunu vermesi bakımından son derece yaratıcıdır.
“O bu dünyadan ayrılırken, benim hayatıma, başka hiçbir insana nasip olmayacak kadar canlı bir şekilde giriyordu. Bundan sonra onu daima yanımda bulacaktım.”