ANADOLU TURNESİ ( 5 )
Silivri'de çalıştığımız oteldeki solistimiz; sevgili Deniz Erkanat.
Muhteşem Rock & Roll yorumcusu. Şarkı söylerken, danslarıyla da sahneyi bir başka doldururdu.
Davulcumuz, Kenan Tahaoğlu ( Bebek kafa ). Mustafa Kütükçü, bass çalıyor. Ben, malum.
Bebek, zayıf mı zayıf. Yolda tek başına yürüyor olsa, "üfff anam, kemik" diyen köpeklerin saldırısına uğrayacak.
Kondüsyon mu ? Bebek'ten hiç bekleme.
Arada bir iki hafif şarkı olunca, dinleniyor.
O gün de aksi gibi, slow parçaları dinletecek seyirci yok.
Bolca Rock & Roll çaldık. Deniz mutlu, ama Bebek...
Önce, havlu istedi, getirdiler. Fırsat buldukça alnını, boynunu, kel kafasını siliyor.
Bir yandan da bize veriyor, veriştiriyor.
"Lan.... tamam mı ? Bir dakika durun da nefes alayım lan..."
Rock & Roll, devam.
Terini sildi, gömleğini çıkarıp attı, kalay, devam...
Son parçaya girdik.
Neydi son parça ?
"Peki peki, anladık" ( M. F. Ö. )
Asıl işkence şimdi başlıyor.
Parça, bitmek bilmiyor.
Arada Mustafa, ben, emprovize ( doğaçlama ) yapıyoruz. Her doğaçlamadan sonra Deniz, tekrar parçaya giriyor ve...
Sırada, davul var.
Bebek, yaradana sığınıp davullara bir vuruyor ki...
Millet, ayakta alkışlıyor. Millet, kendinden geçmiş.
"Devam... diyoruz. Devam Bebek..."
"Ulan ben, sizin..."
Davul çalmıyor, dövüşüyor. Terden, paçalarına dek ıslanmış.
Alkışlar, ıslıklar, haykırışlar.
Sonunda, bitti.
Bebek, intikamını alacak ama elini kaldıracak hali yok.
Omuzladık, kulisteki çek yata yatırdık.
"Ulan, sizin..."
"Tamam bebek, tamam. Bu halinle bir halt edemezsin zaten..."
Mekanın Cennet olsun Bebek kafa.
O sıralar, bir dükkan açmışım. Davulcu Atilla Şimşek ile ortağım.
Atilla, arada bir dükkana uğrasa da ( Allah var ) müzisyenler kahvesinden iş bağlamakta üstüne yok.
Çok emeği geçti kardeşim.
Şansımıza tüküreyim. Körfez savaşı'nda ABD nasıl çöktüyse, bizi de kendi gibi çökertti.
Atilla, iş bağladı. Bebek'te bir restoranda çalıyoruz.
Hayri ( Hayrettin Sazan ) bass çalıyor.
Bir akşam, işten sonra Hayri'nin çim saha maçı var. Davetliyiz.
Gittik.
Daha çim sahaya girerken tezahürat başladı.
"Nöbetçi nalbur, nöbetçi nalbur..."
"Yahu, ne diyorlar böyle ?"
"Nöbetçi nalbur"
"Tamam da..."
"Anlatayım. Hayri'nin nalburiye dükkanı var. 7/24 açık. Geceleri gidip, içeride kafa demliyoruz. O ara müşteri gelirse,
iş de yapıyoruz. Nöbetçi eczane gibi bir şey..."
Bana "hiç unutmamışsın" diyorlar.
Dedim ya, müziğin en kaliteli zamanlarının son temsilcileriyiz.
Önceden planlamadan aynı anda aynı hareketi yapmak, her babayiğidin yiyeceği yoğurt değildi.
Bunu, parçayı çalarken sık sık yapar, eğlenirdik. Unutmak, mümkün mü ?
Ha ! Unuttuğum da olmuyor değildi elbet.
Caddebostan Maksim ( şimdi, kültür merkezi olmuş ) Büyük Maksim çalışıyoruz.
Dükkandan çıkıp, gazinoya gidiyorum. Uykusuzum, kafam dolu.
Osman Yağmurdereli'nin orkestrasıyız, aynı zamanda Nazan Şoray, Zeki - Metin'e çalıyoruz.
Tam da yanımda İran'lı, sax - flüt çalan Emir var.
Arada, beni uyarıyor.
"Necmi, partisyonları ( notaları ) aldın mı ?"
"Aldım"
"Kimin partisyonları ?"
"Osman"
"Git, değiştir. Nazan çıkıyor"
"Nazan'ın notaları, değil mi ?"
"Evet"
"Sehpa, adaptör, kablolar..?"
"Tamam"
"Necmi..."
"Ha..?"
"Klavye nerede ?"
( Sürecek )
Aktif Ziyaretçi | 4 |
Bugün Toplam | 309 |
Toplam Ziyaret | 1592648 |
Alış | Satış | |
---|---|---|
Dolar | 28.8351 | 28.9507 |
Euro | 31.4216 | 31.5476 |