Savaş, başta İslamcılar olmak üzere hemen heman herkesi ikiye böldü. "Savaşa hayır" diyenlerle çokuluslu güçten yana olanlar, birbilerini suçlamaya başladılar. Barışçı siyasetleri savunanlara şimdi iki suçlama yöneltiliyor: İttihatçılık ve Kemalizm
Türkiye'de en yaygın olan akım bilgisizliktir. Bu bilgisizlik yakın tarihimiz konusunda da geçerlidir.
Alın İttihatçılığı: "İttihatçılık", Abdülhamid'e karşı genç subayların örgütlenmelerinden başlar. İkinci Meşrutiyet ile sürer, 31 Mart ayaklanmasını bastıran "Hareket Ordusu" ile güçlenir. Babıâli baskınıyla serüvenciliğe bürünür, "merkez-umumi" sultasıyla cuntacılığın adı, düzenlediği suikastlarla bireysel terörün dayanağı olur; Alman işbirlikçiliği ile Osmanlı İmpartorluğu'nu savaşa sokar.
Ve savaş sonrasında İttihatçılık, Enver Paşa'nın liderliğinde Lenin'in desteğiyle Bakü'de komünist "Şûralar Fırkası" kuran siyasal akım anlamına da gelir.
İttihatçılık, Mustafa Kemal'e "Teşkilat-ı Mahsusa" artıklarınca düzenlenen "İzmir suikastı" ile de sonunu hazırlamış ve siyaset sahnesinden Mustafa Kemal ve arkadaşlarınca uzaklaştırılmıştır. "İttihatçılık" iyi hoş da ama hangi "İttihatçılık?"
Abdülhamid yönetimine ve 31 Mart gericiliğine karşı ayaklanan İttihatçılık mı? Yoksa Mustafa Kemal'in "hareket-i serseriyane" diye tanımladığı kanlı serüvencilik ve işbirlikçilik mi? Hangisi? Bugünkü güncel siyasette "İttihatçılık" izi aranıyorsa bu iz, barış yanlılarında değil, ABD desteğiyle savaşa girmeye heveslenenlerin tutmlarında, kararlarında ve kişiliklerinde aranmalıdır.
Ararsanız çok benzerlik bulursunuz. İkinci bilgisizlik kaynağı Atatürk ve Atatürkçülük ile ilgilidir. "Kemalist", Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz gizli servisi ve Amerikan basınında "Bolşevik, milliyetçi, bozguncu" anlamlarında kullanılırdı.
Bu kavram bugün, sözde "sivil toplum" yandaşlarınca tek partili baskıcı yönetim anlamında kullanılıyor.
Hangi demokrasi birdenbire kuruldu? Hangi uygarlık, bugünkü düzeyine, kansız ve ihtilalsiz gelebildi?
Tarihe şöyle bir bakın: Batı burjuva demokrasilerinin geçmişlerinde 1789 ve 1830 İhtilalleri, kargaşalar, sömürgecilik, nasyonal sosyalis rejimler: marksist ülkelerin yakın tarihinde de Ekim İhtilali ve Proletarya diktatörlükleri yok mudur? Atatürk dönemi, Türk yakın tarihinin en görkemli ve en devrimci sayfasıdır.
Önce emperyalizme karşı verilen silahlı savaş, sonra da "tam bağımsızlık" inanç ve bilinciyle dünya uluslar ailesinin onurlu üyesi olmak için verilen uygarlık savaşı.
Evet, Atatürk dönemi, tek partiyle yaşanmıştır. Devrimler de bu tek parti rejimi içinde tepeden inme yöntemlerle yapılmıştır. Atatürk'ü ve Türk devrimini, aynı zaman dilimlerindeki nasyonal sosyalist ve marksist yönetimler ile karşılaştırın. En az sancılı ve en az kan dökülen toplumsal dönüşümdür Atatürklü yıllar!
Türkiye, bugün ayakta duruyorsa Atatürk döneminde atılan temellerin sağlamlığı nedeniyle duruyor!
12 Eylül'e 5000 gencin tabutu ile gelen, svil dönemin her üç yılının birini sıkıyönetimle yaşayan, idam sehpalarının kurulduğu, sürgünlerin ve yasakların yaşandığı, işkencenin bugün bile can aldığı bir ülkede, eleştiri okları dünden çok bugünün uygulamalarına ve bugünün "devletlülerine" yönelmelidir. 1910'lu, 20'li yılların özel koşulları o dönemlerde birçok ülkede totaliter rejimler doğurmuştur. Atatürk'ü, "Neden o günlerde tek parti yönetimi kurdu?" diye eleştirip suçlamanın anlamı yoktur. Bugün, çok partili düzende, parlamenter düzende, hukuk devletinde, "tek adam" yönetimi kuranlara ve tek parti yöntemleri kullananlara karşı çıkmak gerekir.
İttihatçılık varsa bu "hortlayan İttihatçılığı" işte buralarda aramak daha doğru olur.